Mustafa Denizli : Kaptan Delgado'dur





Beşiktaş'ta geçen sezonun sonlarına doğru başlayan kaptanlık tartışması, Nihat'ın da gelmesiyle iyice alevlenmişti. Kimilerine göre İbrahim Üzülmez, kimilerine göre İbrahim Toraman, kimilerine göreyse de Nihat'ın pazubandu takması gerekiyordu...

Teknik direktörümüz Mustafa Denizli bugün bu tartışmalara son noktayı koydu ve "Bu takımın kaptanı Delgadodur, ikinci kaptan da Nobredir" dedi.

Matias Emilio Delgado görünen o ki bu sezon da bizimlesin. Giydiğin forma ve taktığın pazubant nasip olmaz herkese. Artık bunun farkına var ve hakkını ver...


Beşiktaş... Bir Vazgeçiş, Biraz da Acı Çekmek...



Görsel: Kartal Bafiler'den.


Gece gece nereden aklıma geldi bilmiyorum.

"Beşiktaş bir vazgeçiştir"...

Forza'da bir yerde okumuştum. Gerçekten vazgeçiştir ya Beşiktaş.

Önce renklerden feragat edersin. Hayatın siyah olur, beyaz olur.

Sonra yıllarca gelmeyen başarıları bilemezsin, başkalarında görürsün. Çocuk yaşta arkadaşların sevinirken sen en fazla "tebessüm" edersin. Büyürsün; tüm memleket üstüne gelirken sen "göğüs gerersin" bunlara.

3 Büyük sınıflandırılmasının 3. olanı(!) olarak gösterilirsin her yerde. Bu yüzden bunun adı AŞK'tır ya! Onlara göre büyüklükten de feragat etmişsindir.

Beşiktaşlı olmak biraz da hayatından vermektir, gündelik hayattan feragat edersin. Normal takım taraftarları takımlarını günde 1 kere düşünürken, sen 11 kere düşünürsün.

Sonra Beşiktaşlılık biraz da acı çekmektir.

"Sahada, tribünde, sınıfta, mahallede, masada, barikatta acı çekmektir Beşiktaşlılık." diyordu Erdoğan Aktaş bir yazısında. Doğrudur... Belki de acılarla büyüyordu Aşk. Aktaş yazınısı şöyle bitiriyordu:
O acı ile yoğrulmak, sonra aydınlık güneşli güzel günlere ulaşmaktır Beşiktaşlılık.
Güzel günler göreceğiz… Aydınlık güneşli günler.
Biraz acı çekmek, daha çok, inanmaktır Beşiktaşlılık.
Bu yüzden, umudun adı Beşiktaş bizim için. Bu yüzden bize yakışıyor tribünden "Güzel günler göreceğiz; Güneşli günler!" diye bağırmak. Çünkü karanlık da biziz, aydınlık da bizim olacak! O yüzden gündoğduğunda stadlardayız, o yüzden bayraklara dolandık!

Sen Bi' Gel de Yerin Hazır




Blogda da yerin hazır. İmzayı at; sağ tarafa asıyorum bu resmi!

Fink'e Alman Yorumu




ForzaBeşiktaş'tan bir arkadaş Eintracht forumarına girmiş ve insanlara Fink hakkında sorular sormuş. İşte bu görselde kilit cevap yatıyor. Frankfurt'lu vatandaşın yaklaşımı doğruysa helal olsun iyi yerleştirmiş!

Beşiktaşlının Soru: Şampiyonlar ligi için potansyeli var mı?
Alman'ın Cevabı: Eğer varsa; iyi saklamış. ;)

Birisi de Fabian ayarında oyuncu olduğunu söylemiş. Eğer böyleyse kombinemiz sayesinde 3 tane Şl maçı seyreder sonra TSL ve FTK maçlarını kovalarız...

Beşiktaş'ın Şampiyonluk Sayısı (?)




Başlık yanıltmasın. Kimilerinin kabullenmediği iki şampiyonluğumuz değil sözkonusu olan. Rakip takım taraftarlarının Beşiktaş'ın kaç senede bir şampiyon olacağına dair yaklaşımı...

95'den sonra 2003'de şampiyonluğa ulaşabildi Beşiktaş. Taraftarlar "Ehe ehe, 10 yılda bir (8'i yuvarlayıp 10 yapmak işe gelince...) şampiyon olursunuz artık" diye espiri konu yaptılar.

2003'den sonra 2009'da zirveye tekrar Beşiktaş oturdu. 6 sene sonra geldi şampiyonluk. Bakalım 6'yı 5'e yuvarlayıp "Ehe ehe, 5 yılda bir şampiyon olursunuz artık" diyecekler mi? Yoksa "Ancak 19 yılda iki kupayı birden alırsınız" mı diyecekler?...

Hepsini geçtim, ya seneye de şampiyon olursak?

Susturun Şu Şeyi



2010 çekilmez hale gelmesin diye... "Ban the Vuvuzela!"

Hep Fenerbahçe Kazansın



Foto HT Spor'dan


Efes Pilsen'i falan sahiplendiğim yok. "Biz şampiyon olmazsak Cimbom olsun" da demedim hiç. O kupaları Beşiktaş alamadıktan sonra kim alırsa alsın. Ancak görünen o ki Fenerbahçe'nin kazanan taraf olması bu milletin refah seviyesini hem sosyal açıdan hem de ekonomik açıdan yükseltiyor. Fenerbahçe şampiyonken temiz bir rekabet olmuş oluyor, Fenerbahçe adam kaçırırken "profesyonelce transfer" yapılmış oluyor. Fenerbahçe şampiyonken kimsenin dergisinin-gazetesinin tirajı azalmıyor.

Bir takımın taraftar kitlesi gün geçtikçe başkanına benzer mi yahu? Çok garip...

Siyah Beyaz Bir Aşk...





O her zaman farklıydı kimi için. "ilk görüşte aşk diye bir şey yok abicim" diyenlere kapak olacak bir şey o. Kimisi ilk onu görür aşık olur, kimisi görüp de sonradan aşık olur. Şimdi anlatacağım ise onu ilk görüşte seven birinin hikayesi, "kartal"lara dair.

Doğduğu semt bir kere çizmişti kaderini. Daha bebekken duymuştu adını ve anlamıştı kutsallığını. Ihlamurdere caddesini bilenler bilir beşiktaş'ta. Hani şu sıralar evlendirme dairesi'nin ikamet ettiği hareketli cadde. Oralarda büyümüştü o da. Ağaç yaşken eğilir derler ya. İşte o misal olmuştu onun için. Daha ufacıkken belliydi, ancak eğilmiyordu; dikleşiyordu. Ömrü boyunca apayrı bir duygu tadacaktı siyahıyla beyazıyla.
6 ya da 7 yaşındaydı henüz. Apayrı bir heyecanı vardı artık. Doğduğu günden beri adını, hikayelerini duyduğu o şeyle tanışacaktı. Futboldan anlamazdı haliyle. Ama yine de heves etmişti. Çocuk daha işte, n'apsın? Götürdüler onu stadyuma, ve işte orada tanıştı "ilk görüşte aşk" ne demekmiş, orada yaşamaya başladı hayatı "siyah ve beyaz", orada ilk bağırmaya başladı; "BEŞİKTAŞ!"...

Artık hayat çok daha farklı olacaktı. hikayeler daha güzeldi artık onun için. O siyah-beyaz çubuklu formayı görmüştü ya dünya gözüyle, işte geri dönüşü yoktu artık. İlerleyen yıllarda kupa falan da göremedi hiç. Ama olsundu, o mutluydu.

Artık 10-11 yaşlarındaydı. akrabalarındaki Beşiktaşlı büyükleri anlatırdı geçmiş yılların beşiktaş'ını. Metin'i, Ali'yi, Feyyaz'ı dinleyerek büyüdü. Avrupalı çocuklar için Güliverin Serüvenleri, Ezop Masalları'nın türlü kahramanları ne ise; onun için oydu Metin, Ali, Feyyaz. Hele bir "Baba Hakkı" vardı ki...

Onun için hayatla geç kalmış olmanın verdiği hüzündü. "keşke o zamanları yaşasaydım" diye hayıflandı çocuk.

Yıllar geçiyordu tabii. artık "gri" yoktu hayatında. Siyah ile beyaz ın zıtlıklarıyla yaşıyordu. Gün geliyor Leeds'den altı gol yiyip siyah oluyor, gün geliyor Barça ya üç atıp beyaz oluyordu; ama asla siyah'tan beyaz'dan vazgeçmiyordu. O yaşlarda erkek çocukları arasında futbol muhabbeti belliydi. "off oğlum nasıl koyduk, hehehe"yi geçmez tabii, o susmaktan başka bi şey diyemezdi. çünkü onun ölümüne sevdiği şey onu o kadar mutlu edemiyordu. "Olsun lan" derdi hep, içindeki aşk bambaşkaydı. Anlatamazdı o aşkı kimseye. Zaten sadece "siyah beyaz"lar anlardı onu.
İşte o gün bugündür arkasında durdu hep renklerinin. Semtinden koptu falan ama içindeki o şey -bazen aşk demek yetersiz kalıyor ya!- bitmek bi' yana, azalmadı bile. Kendinden emindi ki bu bambaşka bir "aşk"tı. Kupayla, milyonlarca Euro'luk transferlerle övünelecek bir yanı yoktu. Nafile, siyah-beyaz olmayan anlayamaz bu aşkı. Boşuna yormasın kimse kendini. Demişler ya "Mecnun Beşiktaş ı Bilseydi, Leyla ya aşık olmazdı!" diye, belki anlarsınız "siyah beyaz"ın halinden. Mecnunmuş, Keremmiş ve hatta Eros muş; alayı b.k yemiş. Gelsinler semtimizde görsünler aşk nedir!